Bugün ikinci gün. Bu koca şehrin tamamını tanımak mümkün mü?
İstanbul'un her sokağını arşınlamak, onu her tepeden seyretmek, her mevsimine
tanıklık etmek, her geçen gün büyüyen bu şehri karış karış öğrenmek... Gerçekçi
mi, yoksa hayalperest bir arzu mu? Kısıtlı zamanımız yüzünden bu mümkün
olamayacak, ama bugün öyle sürprizlerle dolu ki, pek çok İstanbullu bile onu bizim
bugün gördüğümüz açılardan izleme fırsatı bulamamıştır diye düşünüyoruz. Bu
sabah güneş İstanbul'un çatılarındaki kırmızı kiremitleri ısıtmaya başladığında
biz de Tarihi Yarımada'ya doğru yola koyuluyoruz. Galata Köprüsü’nü geçip sokak
fotoğrafçıları için büyük ilham kaynağı olan bir semte ulaşıyoruz: Balat!
Yokuştan yukarı çıkarken bizi sağda kırmızı tuğlalarıyla, Eski İstanbul'un en
görkemli manzaralarından birini seyre koyulmuş Fener Rum Erkek Lisesi karşılıyor.
Balat
Zigzaglar çizen, birbirinin içinden geçen, kısa, yokuşlu
sokakları; rengarenk, az katlı, omuz omuza sağlı sollu dizilmiş evleri ve
ibadethaneleri ile Balat'ta zamanda kaybolmuş gibiyiz. Bitişik binaların arasından
birdenbire size kendini gösteren Haliç manzarası hemen hemen her sokakta
mutlaka bir sürpriz yapıp karşımıza çıkıveriyor. Sokak aralarındaki boşluklarda
sahipleri tarafından unutulmuş gibi duran eski otomobiller, gerçekten oralarda
unutulmuşlar mı? Belki de artık, Mustafa Seven'in de dediği gibi, şehrin
mobilyalarına dönüşmüşlerdir… Dün bizi İstanbul Boğazı'nda karşılayan yunustan
sonra bugün de Topkapı Sarayı avlusunda onlarca leyleğin göçüne tanıklık ettik.
Sizce de bu, seyahatimizin müthiş olacağına dair bir işaret olabilir mi?
(Bilmeyenler için not: Türkçede "leyleği havada görmek" diye bir
deyim vardır. Leyleği uçarken gören kişinin yıl boyunca pek çok seyahat
yapacağına inanılır.)
Balat'ın tadı damağımızda kalıyor ama sırada bir başka
unutulmaz mekân var: Ayasofya! 1.500 yıllık bir abide! Dünyanın en hızlı inşa
edilmiş katedraline doğru yola çıkıyoruz. Bizans döneminin katedrali, Osmanlı
devrinin camisi herkesi kendine hayran bırakıyor. Duvarlardaki freskler, mozaikler...
Gözümüzü ayırmadan izliyoruz. Ayasofya'yı gönülsüzce geride bırakıyor, padişah
I. Ahmed tarafından mimar Sedefkâr Mehmet Ağa'ya yaptırılan Sultan Ahmet
Camii'ne geliyoruz. Minaresi, çinileri, görkemli kubbesinden sarkan kandiller
ile ne kadar da görkemli...
Ayasofya
Şimdi grubu çok büyük bir sürpriz bekliyor. İstanbul'u
panoramik olarak görebilecekleri birkaç noktadan birine doğru ilerliyoruz. 8.
kata çıktığımızda bizi, karşımızda Anadolu Yakası, Adalar, Ayasofya,
Süleymaniye... İstanbul'a dair ne varsa işte karşımızda! Herkes büyüleniyor.
Panoramik İstanbul manzarasının etkisinden henüz çıkamamışken Kapalıçarşı'ya
giriyoruz. Rehberlerimizden birinin sürpriziyle, gördüklerimizden aldığımız haz
bir adım öteye taşınıyor. Tek beklentimiz çarşının bir ucundan diğer ucuna
yürümek iken kendimizi 3'erli gruplar halinde bir merdivenden çatıya çıkarken
buluyoruz! Evet evet, yanlış anlamadınız, Kapalıçarşı'nın hani şu meşhur filme de
sahne olan çatısındayız! Hepimiz büyüleniyoruz, kimse aşağı inmek istemiyor.
Herkes orada daha fazla vakit geçirmek için o kadar yavaş hareket ediyor ki
sonunda programımızı aksatıyor, Yerebatan Sarnıcı'na son giriş saatini de
kaçırıyoruz. Ama panik yok, yolculuğumuzun sonunda yine İstanbul'da olacağız.
Herkesi ancak "uçağı kaçıracağız" bahanesiyle
çatıdan indirebiliyoruz. Şimdiki durağımız Mısır Çarşısı. Kapalı Çarşı'da
kaybettiğimiz vakit yüzünden hızlıca Nuru
Osmaniye kapısından girip Mercan Kapısına doğru ilerliyoruz. Hepimiz çok yorgunuz ve
karnımız çok aç. Ama kimse mızıldanmıyor. Hepimiz hala İstanbul semalarındayız.
Ayasofya, Topkapı Sarayı, Süleymaniye, Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı, Galata
Köprüsü, dün gördüğümüz Boğaziçi, köprüler, yalılar, hepsi gözümüzün önünde
uçuşuyor.
Şimdi hızlıca karnımızı doyurup havaalanına doğru yola koyulmalıyız.
Uyandığımızda Trabzon'da olacağız. Görüşmek üzere İstanbul!
Morgan Stone Grether (Instagram/grether)
İkinci günün diğer kareleri için bizi Instagram'dan takip edebilirsiniz! www.instagram.com/comeseeturkey
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder